bugün

entry'ler (22)

siyah beyaz

Vüs'at O. Bener'in içinde çok güzel öykülerini barındırdığı kitabının adı.

--spoiler--
turgut uyar’ın anısına

yürüyen kaldırımda duruyorum. renk körlüğü mü başladı, okumuş muydum, uyduruyor muyum, köpekler siyah-beyaz görürmüş güya nesneleri, köpekleştim mi yoksa? kuşkuya düştüğümü şimdi düşünüyorum. her şey siyah-beyaz: kıpkırmızı olması gereken –neden?– bakara gülleri, yemyeşil olması gereken –niçin?– çimenler, bordo olması gereken –niye?– spor arabasından mutlu çift gülücüklerini sergileyen reklam panoları... bilinmeze götürüldüklerinden habersiz görünen soyunuk, ne erkek, ne dişi insanlar da duruyor, sırtları birbirlerine dönük, nereye baktıkları belli değil. gökyüzü kapkara. sağanak yağmur öncesi. ben giyiniğim, ama titriyorum. daha yürüyen yollara sıra gelmedi anlaşılan. çift katlı otobüslerden biri önümde yavaşladı. pencereleri tozlu. durdu galiba. o mu, kaldırım mı? hep aynı hizadayız. düz mantık gereği ne o, ne kaldırım öyleyse. arka sıralardan bir pencerenin camı açık. bu ‘ben’ miyim? biri kürek kemiklerimin arasına sokulu anahtarı çevirmeye başladı, sol kolum –belki de sağ– kırık kırık kalkıyor. ‘ben’ de beni görmüş olmalı, başını çıkardı pencereden– dev balyozlar pamuk yığınlarına dalıp çıkıyor, çıt yok, dudaklarının kıpırdanışını izliyorum ‘ben’in, “buluşalım” demeye mi getiriyor? sanırım. ama nasıl, nerede, kaç yüzyıl sonra? i̇çimdeki gramofon –his master’s voice– habire baştan çalıyor cızırtılı plağı: saçmalama. benimle mi ilgili bu uyarı? sinirlenmemeliyim, oysa unutmuş olmalıyım öfkeyi. ‘ben’ konuşmayı sürdürüyor gibi. sözcüklerin tek tek karşılıklarını bilmenin anlamsızlığını, birleştirildiklerinde bile anlam kazanmayabileceklerini anlamaktan uzağım. zorla belleğini, anımsa kendini! sabredin, buluşabilirsiniz. hiç de inandırıcı değil artık, umut yok. belki bir an duraklarsa itici güç, o andan yararlanabilirsek, yineleyebiliriz kesintiye uğrayan zamanı. zaman kesintiye uğramaz, yinelenmez.
o çok bilmişin duyamadığım sesi bilgisayar ekranına yansımaya başladı. birden duyumsadım, okuyabildiğim, anlayabildiğim şaşkınlığı, gülünç savı yansımış olmalı gözlerime. tansiyon ilacımı damlatmış mıydım? çoğun savsaklıyorum da... sorular, sözde yanıtlar sıralanıyordu ekranda; sormadığım halde. geç kaldın. yoksadığın zaman seninle oynar, sen onunla oynamayı başaramazsan. yenik düştüm öyleyse. yenik düşmeyi yeğlersen, yenilirsin. bilinç sana özgü. ilk vuran kazanır. kazanmak aklımdan geçmedi. yanıt aramadın. arayamadım, fırsat bulamadım, doğrulardan nefret ettim. yanlışları mı irdeledin sadece. belki. peki nedir sence yanlış? güçlü olduğu varsayılan zaman kavramından korkmak. onun için mi üstüne yürüdün? bilerek diyemem, genlerimin işi. beni neden suçluyorsun öyleyse? yalnız seni mi? suçlanabilecek her şeyi, özellikle siyah-beyazı; suçlamak sorgulamayı getirir ardından. tersi de düşünülebilir bence. aferin! o da olabilir. aklanmayı beklemezsen.
boşaldı ekran. düz bir çizgi akıp gidiyordu. durmuş olmalıydı yüreğim. son bir çırpınışla ağzımı açtım, bağıramadım:
beklemedim. yenilmekten korkmadiğimi sandim. yenildim.
hâlâ yağmur ya.
--spoiler--

beklenen telefonu açmamak

güzel bir intikam yöntemi.zamanında sen aramışsındır,bir dakika konuşabilmek için sürünmüşsündür ama 'o' takmamıştır bile,ne halde olduğunu umursamamıştır.ölüyosundur belki,ölesiye ihtiyacın vardır ona belki,bilir ona ne kadar ihtiyacınız olduğunu ama onun keyfi yerindedir,yalanlarına yalan eklemektedir,hatta gülüyordur bile senin aramalarını gördükçe.arkadaşlarıyla ve hatta yeni sevgilimsisiyle sizin hakkınızda konuşup eğleniyordur.ama gün gelir devran döner derler,ilahi adalet yerini bulur ve beklenen telefon gelir.ekrana bakarsın,artık ismi listende bile olmayan ama hafızandan asla çıkartamadığın o numara..uzun uzun çalar telefon.çoktan kaybetmiştir o şansını.konuşacak ne kalmıştır ki?defalarca arar,ama yine açılmaz o telefon.ne kadar ararsa arasın,açılmayacağını bilir.ve sen asla pişman olmazsın o telefonu açmadığın için,çünkü söyleyeceklerinin bir önemi kalmamıştır artık.mühim olan,telefonu açmak değil,o telefonun gelmesidir.

insanın geleceğini etkileyen oyunlar

sizin oynamadığınız,sizi piyon olarak kullananların oynadığı oyunlardır.şöyle ki öylesine iğrenç bir maskeli balonun oyuncusu olmuşsunuzdur ama farkında bile değilsinizdir çoğu şeyin.siz farkında olmadan sahnenin başrol oyuncusu olmuşsunuz,herkes yüzünüze gülüyordur ama bilmediğiniz çok şey vardır.aptal yerine konmuşsundur da farkında bile değilsinizdir,hiçbir şey bilmeden çocuk gibi çabalayıp durmaktasınızdır.
gerçekleri tek tek öğrendiğinizde gelmişiniz geleceğiniz mahvolmuş demektir.bu tip oyunlar,insanlığı etkiler,kalpte,ruhta,akılda tamiri olmayan hasarlara yol açar.
işte bu yüzden belki de en tehlikeli oyun 'insan'larla oynanan oyun..geri dönüşü olmayan yollara girilmesine sebep olunabilir.

gidersen

''gidersen bana da bir dengini yolla..''

üst üste defalarca dinlerken hıçkıra hıçkıra ağlatır,öldürür bu şarkı..büyüleyici,adeta.

flija

meşhur arnavut böreği.
yoğurt ve kaymakla mayalanmış hamur tutturulur. odun ateşi yakılarak tahta kaşık vasıtası ile tek sıra tepsiye dizilir
ve üzerine közle doldurulmuş bombeli büyük saç örtülür ve pişmeye bırakılır.

lhasa de sela

o da göçüp gidenler kervanına katılmış..
büyülü ses,müthiş yorum..artık yok.

eski sevgiliden vazgeçmek

'' bana zamandan söz ediyorlar,gelip size zamandan söz ederler
yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. dahası onlar da bilirler. ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,öyle düşünürler.
bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. kolay değildir bunlarla baş etmek,uğruna içinizi öldürmek. zaman alır.
zaman alır sizden bunların yükünü,o boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
o boşluk doldu sanırsınız,oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.
gün gelir bir gün başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide o eski ağrı ansızın geri teper.dilerim geri teper. yoksa gerçekten bitmişsinizdir.'' der murathan mungan.ne güzel söyler..
vazgeçmek dedikleri bir kandırmaca sadece..insanın kendini kandırmasından başka bir şey olmuyor çoğu zaman.
evet bunu başarıp mutlu olabilenler de var,ama hiç kapanmayacak yaralara sahip olanlar ne yapsın ?
insan her şeyden vazgeçebilir,herkesi çıkartabilir hayatından,zaman her yaraya kabuk bağlatır.ama öyle şeyler var ki geçti sandığınız anda,tam mutlu olduğunuzu sandığınız anda başlar kanamaya.ufacık bir şeyde aklınıza gelmesi gibi değil,hiç unutulmayacak yaşanmışlıklar bir ömrü çalabilir sizden.
vazgeçmek dedikleri,gerçekleşmesi çok güç bir hayal gibi.

ağlamaktan gözlerin acıması

kalpten gelen acının gözlerde zuhur etmiş hali.
gözlerin isyanı gibi..adeta,artık ağlama,bak gözyaşın kalmadı der gibi bir acı.

aşk

bir günlük bile sevilmeyi haketmeyen biz zalimi bir ömürlük sevmek..

hamile olduğunu saklayan sevgiliyi terk etmek

hamile olduğunu saklamak zorunda kalan sevgiliyi terketmiş sevgiliden daha aşağılık değildir.neden saklamak zorunda kalmıştır,niçin söyleyememiştir ve bunlara sebep olan şey(ler) nedir diye sordurur insana.cevapları ise çok can acıtıcı olabilir.

fakat müzeyyen bu derin bir tutku

ilhami Algör'ün müthiş keyifli bir romanı.
--spoiler--
onunla bunları konuşmuştuk. dinlemiş dinlemiş, ben ellerimi ve bakışlarımı nereme sokacağımı düşünürken, el ense çekip, "salak" demişti, "saçma adam". beni bir güzel öpmüş, yoğurmuştu.

beni her yoğuruşunda, sırtüstü yatıp karnını açan kedi yavruları gibi, teslim ve mest oluyordum. birlikte tüy gibi havalanıyor, yükseliyor, aralardan ok gibi inip, zıpkın gibi saplanıyor, çapkın, şakacı, çocuk yunuslar gibi dibe iniyor, dipte yılan balıklarına dönüşüp kıvrılıyor, sonra toprağı delip, köpüklü dalgalara bakan yamaçlarda rüzgara çıkıyor, yeşil ve taze, kendimize ve birbirimize dolanıp yükseliyor, dallanıyor, açıyor ve... ve tekrar, ve tekrar; yaprak, polen, böcek olarak dökülüyorduk.

döküldüğüm yerden yüzüne, gözlerine, ona ait herhangi bir ayrıntıya bakıyor, yeni bir rüzgârın yavaşça yelkenlerimi doldurmaya başladığını hissediyor ve "ah," diyordum, "ikimizden biri ölmeli.".
--spoiler--

siyam ikizleri

cinayet işlemeleri durumunda nasıl cezalandırılacağı konusu bugünlerde tartışılmakta olan ikizler.

http://www.haber7.com/hab...-biri-cinayet-islerse.php

ezlal

osmanlıca'da gölgeler manasına gelen sözcük.

nuovo cinema paradiso

izlediğim en güzel filmlerden biri.sıcacık,samimi,ufaklığın alfredo alfredo diye dolaştığı günlerden nasıl bir hayata yolculuk ettiğini anlatan güzel bir film.

--spoiler--
'' bir zamanlar kral, güzel prenses için bir davet vermiş.sonra orada nöbet tutan bir asker kralın güzeller güzeli kızını görmüş. dünyanın en güzel kızıymış ve asker onun için ölüp bitiyormuş. ama bir asker parçası nasıl kralın kızıyla olabilir? sonunda bir gün karşılaşmışlar ve kıza artık onsuz yaşayamayacağını söylemiş. prenses, askerin aşkınden öyle etkilenmiş ki, askere :

"eğer balkonumun altında 100 gün 100 gece beklersen o zaman senin olacağım." demiş. bunun üzerine asker beklemiş de beklemiş bir gün , iki gün, on gün, yirmi gün... her akşam prenses dışarı baktığında, hiç kıpırdamadan duruyormuş. yağmur çamur demeden, kuşlar kafasına pisliyor, arılar sokuyormuş ama o kıpırdamıyormuş.lakin 90. gün yorgun ve bitkin düşmüş yaşlar gözlerinden süzülmüş tutamamış onları uyumaya gitmeye bile gücü yetmemiş ve tüm bu zaman boyunca prenses onu izlemiş. en sonun da 99. gecede asker ayağa kalkmış,sandalyesini de alıp oradan uzaklaşmış...

uzaklaşmış çünkü 100. günün sonunda prenses sözünden dönerse askerin kalbi parçalanacak, kederinden ölecekti. bu yüzden 99. gecede ayrılmayı seçti, böylece prenses onu sonsuza dek hatırlayacaktı...''
--spoiler--

a short film about love

-ben kötü biriyim.
-mühim değil.seni seviyorum.

yine bir kryzrof kieslowski şaheseri.

http://www.sinemadefteri....hk-uzerine-kysa-bir-film/

trois couleurs bleu

kryzstof kieslowski şaheseri.hayatımın bir dönemine damgasını vurmuş,julie'nin elini duvarda sürterek acısını dışa vurduğu sahneyi bizzat yaşatmış,defalarca izlememe rağmen her seferinde başka bir noktasını yakaladığım,özdeşleştiğim mavi bir film.
sinema nedir diye soranlara cevap olarak verilebilecek bir görsellik.
çok ince ayrıntılarla süslenmiş bir hayat sineması.

ask acisinin fiziksel aciya donusmesi

günlerdir uyuyamayan bünyenin çektiği acı olabilir,algınız kapanır,hafızanız sizinle dalga geçmeye başlar,açsınızdır ama yemek yiyemezsiniz,bir lokma alırsınız ama onu yutmak bile zulüm gibi gelir,uyumak istersiniz kalbinizdeki acı sizi ne uyutur ne yaşatır.kollarınız uyuşmaya başlar,görüşleriniz bulanıklaşır.
en hissedilir olanı sanırım,kalpte gerçekten bir bıçak yarası varmış gibi olması durumu.hepsi geçiyor da bir tek o sızı kalıyor.

insanın içini acıtan zamanlar

çoktur.
ama en acıtanı belki de aldatıldığınızı,kandırıldığınızı öğrendiğiniz andır.bir kere acısını çek bitsin gibi bir şey değil,belki de ömrünüzün sonuna kadar hatırladıkca içinizi acıtan an olarak kalacaktır.

pigs

gelmiş geçmiş en güzel şarkılar listesinin başlarındadır.
mükemmeldir.
ölmeden mutlaka dinlenmesi gerekendir.
özeldir.
unutulmazdır.

oruç aruoba şiirleri

her gece yatmadan önce rastgele bir sayfasını açarak okuduğum şiirlerdir.

' yaşamın en küçük şeyleri bile bakim ister:
ufak ayarlamalar,düzenlemeler,onarımlar..
ya büyük şeyleri ?...
-yaşamın 'büyük'şeyleri yoktur ki;
yaşamın her şeyi küçüktür,ufacıktır,ayrıntıdır.'

bu adam hep yazsa,ben hep okusam..